Kategori arşivi: HAK-ADALET

Müslümanın Önde Gelen Vasıfları–“Hak, Adâlet, Doğruluk ve Merhamet” –


Müslümanın Önde Gelen Vasıfları

“Hak Adâlet Doğruluk ve Merhamet”

İslâm’ın bütün kuralları; hak adalet doğruluk ve merhamet üzerine kurulmuştur.

Yüce dinimiz daima hakkın ve haklının yanında yer almayı emrederek haksızlık karşısında susanların “dilsiz şeytan” olacağını haber vermektedir.

Adalet o kadar önemlidir ki “ananız babanız ve akrabalarınız aleyhine de olsa adaletten ayrılmayın” diye bizler uyarırken; “bir topluma (yada bir ferde) kızgınlığınız sizi adaletsizlik ve haksızlık yapmaya sevk etmesin” diye de ikaz etmektedir.

Hakka ve adalete riayet edebilmek ancak doğrulukla mümkündür. Cenab-ı Hakk’ın; “Emredildiğin gibi dosdoğru ol”1 buyurması ve Peygamberimizin de kendisinden nasihat isteyen bir sahabeye: “Allah’a inandım de sonra dosdoğru ol” demesi İslâm’ın doğruluğa verdiği önemi açıkça göstermektedir.

Müslüman sözünde özünde ve her işinde adil doğru ve dürüst olmalıdır. Her Cuma hutbesinin peşinden okuduğumuz ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz adaleti doğruluğu ve iyiliği emrederken acaba bizler ne durumdayız?

Bugün yeryüzünün hakka ve hakkaniyete en çok önem veren ve dikkat eden milleti toplumu hangisidir?

Lafta değil uygulamada adaleti mülkün temeli sayıp her şeyin üstünde tutanlar kimlerdir?

Doğruluktan ve dürüstlük ten ayrılmayan nokta kadar menfaat için virgül gibi kıvrılmayan millet hangisidir?

Şefkat ve merhamette güneş gibi olup herkesi kucaklayan ümmet hangisidir?

Eğer bütün bunlara göğsümüzü gere gere “biz” diyemiyorsak suç kimindir suçlu kim?

Biz ki; bütün bu esasları emreden dinin mensupları…

Biz ki; bütün bu güzellikleri bize getiren Kitab’ın bağlıları…

Biz ki; bütün bunları uygulayarak öğreten Yüce peygamberi rehber edinenler…

Evet bu nasıl Müslümanlık?

Bu nasıl Kur’an’a bağlılık?

Bu nasıl Peygamberi rehber edinmektir?

Hiçbirimiz kendimizi temize çıkarmayalım. Nefsimize sorarsak derki; “dünyanın en iyi müslümanı sensin.” Çünkü o zalim nefis bizi yanlışa sürüklerken “bu yanlıştır hadi yap!” demiyor ki. Doğru olduğuna inandırmak için kırk dereden su getiriyor. Açıkça haram olan bir şeyi öyle kılıflarla örtüyor ki âdeta şeytana bile çarığı ters giydiriyor. Yalanı ve iftirayı söyletirken de aynı şekilde kılıflar ve mazeretler uyduruyor. İmanı insafı ve vicdanı perdeliyor. Bundan dolayı başta en büyük düşmanımız olan nefsimizi şeytanı ve şeytanlaşmış insanları rehber edinirsek doğruyu bulmamız mümkün değildir. Nefsimizin heva ve heveslerini arzu ve isteklerini ölçü olarak aldığımızda hak ve adalet yerine haksızlık ve adaletsizlik yapmaktan doğru davranışlar yerine yanlış hareketler sergilemekten kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan ölçümüz Kur’an ve sünnet olmalıdır.

Unutmayalım ki Hakka-hukuka adalete ve doğruluğa riayet edilmeden ve insanlara merhametle muamele yapılmadan müslüman olmak mümkün değildir.

İmdat CEBECİ

Kaynak: Favorinet.net